Responsive Banner design

3 Günlük Açlık Orucu bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

3 Günlük Açlık Orucu bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

3 günlük açlık diyeti yapılan birir araştırmaya göre vücudumuzun bağışıklık sistemini tamamen sıfırdan yeniden oluşturuyor…

Hiç düşündünüz mü? Neden hastalanınca iştahımız kesilir  Acaba vücudumuz, sindirim sistemini kapatarak hastalıkla tüm gücü ile ilgilenebilmek için bize sinyal mi veriyor?


Uzun süreli açlık diyeti uygulamasında su dışında hiçbir besin maddesi alınmaz. Yazar olarak ben şahsen 3 hafta boyunca hiç yemek yememiş birini tanıyorum, kendisi 2 haftadan sonra hayatımda hiç görmediğim kadar sağlıklı bir şekilde karşıma geçmiş ve vücudundaki değişiklikleri anlatmıştı. Söylediğine göre bütün eski yaraları tamamiyle yok olmuş, vücudu kendini onarmak için yaralardaki malzemeyi kullanmıştı. Ayrıca astımı ve gluten intoleransı da kaybolmuştu. Bana kendini yeniden doğmuş gibi hissettiğini söylüyordu.

Aşağıdaki makaleyi The Telegraph gazetesinde bulduk. Sıcağı sıcağına sizin karşınıza getiriyoruz:
3 günlük oruçtan sonra vücudun bağışıklık mekanizması yeni akyuvar oluşumunu tetikleyerek vücudun bağışıklık sistemini tamamiyle yeniliyor.

Çığır açan bir araştırmaya göre 3 günlük oruç yaşlılarda bile vücudun bağışıklık mekanizmasını komple yenileyerek vücudun dinçleşmesini sağlıyor.

Diyet uzmanları tarafından oruç diyetleri sıkı bir şekilde eleştirilse de, araştırmaya göre vücudu aç bırakmak kök hücreleri tetikleyerek yeni akyuvar üretilmesine yol açıyor.

Güney Kaliforniya üniversitesindeki bilim adamları bu bulgunun bağışıklık sistemi zarar görmüş hastalarda mesela kemoterapi gören kanser hastalarında çığır açabileceğini belirttiler.

Ayriyeten bağışıklık sistemleri yaşlılık nedeniyle zayıflamış,ve basit hastalıklara karşı bile dirençsiz kalmış yaşlılarda da bu oruç faydalı oluyor.

Açlık vücuttaki kök hücrelerindeki bir düğmeyi aktif hale getirerek vücudun bağışıklık sisteminin kendini yenilemesini gerçekleştiriyor.

Kaliforniya Üniversitesi’ndeki gerontoloji ve biyolojik bilimler profesörü Walter Longo’ya göre oruç kök hücrelere ‘AKTİF OL’ emri vererek onların bağışıklık sistemini yenilemesine neden oluyor.
Uzun süreli açlık, glikoz ve yağ depolarını kullanmak için vücudu zorlar ama aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin de önemli bir bölümünü yokeder. Beyaz kan hücrelerindeki bu azalma kök hücre bazlı rejenerasyonu tetikler ve bu da yeni bağışıklık sistemi hücrelerinin değişimini gerçekleştirir.
Yapılan testlerde insanlardan altı ayı aşan sürelerde 2 ile 4 gün arasında oruç tutmaları istendi.
Uzun süreli oruç sırasında yaşlanma ve kanser riskini ve tümör büyümesini artıran bir hormon olan enzim PKA da azalmış bulundu.

Doktor Longo’ya göre, uzun süreli açlık süresince vücut hücreleri azalan enerjiyi korumaya çalıştıkları için öncelikli olarak hasarlı ve çok verimli olmayan bağışıklık hücrelerini yok etti.Hem insan hem hayvanlarda ölçümlerimize göre akyuvar sayısı kayda değer miktarda azaldı. 

Ardından kişi tekrar yemeye başlayınca tüm akyuvarlar tekrar yerine geldi. Biz acaba nereden ortaya çıktı, nereden üredi bu akyuvarlar diye merak ettik. Kök hücrelerinin aktifleşip bunları ürettiğini sonradan bulduk dedi.

72 saat tutulan oruç aynı zamanda kemoterapi gören kanser hastalarına da faydalı oldu.Araştırmanın yazarlarından olan USC Norris Kanser merkezi asistan profösör Tanya Dorff’a göre
Kemoterapi hayat kurtarmasına rağmen vücudun bağışıklık sistemini önemli miktarda çökertir. Bu araştırmanın sonuçlarına göre uzun süreli açlık kemoterapinin zararlı etkilerini büyük miktarda azaltıyor.

Daha fazla klinik test yapılmalı. Ve böyle bir diyet kesinlikle doktor gözetiminde yapılmalı.
Profesör Longo ayriyeten belirtti ki, daha fazla klinik deneyler yapmaktalar ve sadece bağışıklık sistemi değil diğer organ ve sistemlerin de olumlu olarak etkilendiği bulunabilir.

Fakat burada belirtmekte fayda var ki bazı İngiliz bilim adamları bu bulgulara kuşkuyla yaklaştılar.
Londra üniversite hastanesi profesörlerinden Doktor Graham Rook’a göre böyle bir şey katiyen mümkün değil.

UCL’de yeniden oluşturma ilaçları Profesörü Chris Mason’a göre: Çok ilginç sonuçlar bulunmuş. Bu araştırmaya göre 72 saatlik bir açlık sırasında vücudun akyuvar ve diğer bağışıklık hücresi sayısı hatırı sayılır miktarda azalıyor, ardından tekrar yemek yenildiğinde bu sefer hücre sayısı eskisinden de yüksek miktarda geri geliyor. 

Potansiyel olarak faydalı olabilir, çünkü 72 saat çok uzun bir süre değil, kanser hastalarını geri dönüşü olmayacak şekilde zarar verdirecek kadar bir süre değil. Bence en doğru devam yolu bir şekilde ilaçlarla birlikte oruç tutturmak hastalara. Ayrıca oruç konusunda kesin olarak emin olduğumu söyleyemem insanlar düzenli yemek yiyerek savaşıyorlar hep hastalıklarıyla.

Doktor Longo’ya göre oruç zarar vermiyor, tam tersine bulgulara göre fayda sağlıyor.
Kanser hastalarından yüzlerce e-mail aldım. Onkolojistleri gözetiminde oruç tutuyorlar ve çoğunda ilerleyiş olumlu yönde. Sadece az sayıda yan etki görüldü bayılma ve karaciğer işaretleyici testlerinde kötü sonuç tespit edildi. Bunun dışında herhangi bir yan etkiye rastlanmadı.

Dr. Aidin Salih / 1-3-10 Günlük Açlık Oruçları 

40 yaşından sonraki insanlar ve ibadetlerini yapan insanlar 5 yaşındaki çocuk gibi yemelidir. (250’gr dan 500 grama kadar) bundan daha fazla yenildiği zaman, fazla artıklar vücutta hastalık yapıyor. Vücut hastalıklarla değil yemeklerle uğraşıyor. O zaman sadece aç kalarak hastalıklardan kurtulabilinir. Çünkü vücut aç kaldığı zaman hasta hücreleri yemeye başlar. Yani hastalıkları kendisine yemek yapar. Kireçleri de eriterek kısmen kullanır, kısmen çıkarır.

Hasta insan aç kaldığı zaman vücut 1. gün 360 gr hasta hücreyi yiyor. Eğer açlık zamanında su içilmemiş olsa o zaman su bulmak için daha çok hasta hücreyi kullanıyor. 1 günde 1.5 kiloya kadar kullanıyor 3 günde 4.5 kilo, 3 günden sonra azalmaya başlıyor 6. günden sonra 350 gr en fazla 500 gr kullanıyor. Açlık ne kadar uzun sürse hasta hücreler daha azalıyor ve hastalıklar bitiyor. Hastalık bittiğinde oruçlu insanın iştahı çoğalıyor, hastalıklar bitmemiş olsa hiç iştahı olmuyor. Açlığa niyet edildiği zaman vücut niyete göre kendisini programlıyor. Vücudun programını bozmamak için niyeti bozmamak gereklidir. Bütün oruçlara başlamadan önceki akşam bağırsak boşaltıcı bir şeyin içilmesi gereklidir.

1 günlük oruç (36 saatlik oruç): Sahurda bir şey yenilmeden su ile (dua ile) oruca başlanır. İftarda da bir şey yenilmeden, su ile açılır. İhtiyaç olursa 1 yudumdan 3 yuduma kadar su içilebilir. İçmemek daha güzeldir. Ertesi sabah saat 10’da meyve suyu içilir, yarım saat sonra isterse tekrar içebilir. Yalnız çok yavaş içmek gerekir. Öğlen zeytinyağlı, limonlu tuzsuz salata yenir. Akşam hafif bir yemek yenir.

1 günlük oruca devam etmek isteyenler haftanın hep aynı günü mesela her pazartesi ara vermeden devam etmelidirler. Çocuklar ve gençler kendilerini hayat boyu hastalıklardan koruyabilmek için 1 günlük oruca devam etmelidirler. Yaşlılar gençler gibi hemen sağlıklarına kavuşamazlar, on günlük oruç da onlara ağır gelebilir. Onlar bütün temizlemeleri yaptıktan sonra, yavaş yavaş sıhhate kavuşmaları için 1 günlük oruca devam etmelidirler.

3 günlük oruç: İftar ve sahurda bir şey yenilmeden 3 gün arka arkaya tutulur. Hastalığı ağır olanlarda bu 3 günlük oruç 7 gün arayla 7 defa yapılır. Bütün hastalıklara, kanser dahi olsa çok büyük faydası vardır. Oruçların sonunda önce meyve suyu sonra meyve daha sonra sebze yenilerek yavaş yavaş normale dönülür. Hemen yemek yenilirse bağırsakta burkulma olabilir. Tehlikelidir.

10 günlük oruç: Tümör, ağır kemik hastalıkları, fıtık, kalp krizi ve beyin krizi geçirenlerin 10 gün aç kalmadan iyileşmesi zordur. Oruca başlamadan önceki akşam magnezyum sülfat içilir. Bağırsağın temiz olması lazımdır. Hiç bir şey yenilmeden, su da içilmeden 3 gün oruç tutulur. 3 günden sonra iftar ve sahurda istenildiği kadar su içilebilir. Günde 1 veya 3 defa soğuğa dönük ılık su ile gusül abdesti alınır. Ne abdest ne de içmek için sıcak su kullanılmamalıdır. 3 günden sonra farklı farklı ağrılar olabilir. Ateş, titreme, kusma, hepsi normaldir. Ve iyidir. Şeker düşebilir, tansiyon düşebilir vücut kendi durumuna göre ihtiyacı olanı ayarlıyor ona karışmak mümkün değildir.

11. gün sabah meyve suyu ile oruç açılır. Elma veya greyfurt suyu yarı yarıya suyla karıştırılıp akşama kadar içilir. Akşama yakın karışımın 4’te 3’ü meyve suyu olabilir.

12. gün meyve suyuyla beraber meyve yiyebilir.

13. gün Meyve suyu ve meyve ile beraber sebze yemeye başlayabilir. Akşama yakın yağsız ve tuzsuz, demlenmiş sebze (az su ve kısık ateşte pişirilmiş) ve yağsız, tuzsuz taze yapılmış salata yiyebilir,

14. gün ekmek, (kepekli ve bayat en güzeli mayasız) kavrulmamış ve rafine olunmamış zeytinyağı ve sarımsak yemeye başlayabilir.

15. gün Bal, yoğurt, pirinç, bulgurlu yemeye başlayabilir. Oruçtan sonra 10 gün sadece burada yazılanlar yenilmeli, Et, Yumurta, Peynir, Süt, Tuz, Şeker kesinlikle kullanılmamalıdır. 1 gram bile tuz alınsa insan çok şişebilir. Oruç tutarken 5. günden sonra büyük abdest simsiyah ve pis kokulu olabilir, kan pıhtılarına benzer, bu çok güzeldir ağır hastalarda zaten olması lazımdır. Bu pisliklerin iç kanamayla alakası yoktur.

10 günlük orucu, bütün temizlemeler yapıldıktan sonra, herkes bilhassa gençler hemen yapabilir. Acil hastalar ve çok ihtiyacı olanlar karaciğer temizlemeden hemen sonra başlayabilir. Bütün oruçların hiç bir tehlikesi yoktur. Hepsinin faydası çok büyüktür. Sadece gerektiği gibi yapmak, şartlarını bozmamak gereklidir.


Öfke hangi hastalıklara neden olur?

Öfkenin neden olduğu hastalıklar

Öfke karaciğerin enerjisini bozar. Baş ağrıları, baş dönmesi, sırt ağrıları şeklinde etkisini gösterebilir.

ENERJİ MERiDYENLERİ
 
“Kozmik din hissinin bilimsel araştırma için en asil ve güçlü teşvik olduğunda ısrarlıyım.” Albert Einstein

Fiziksel beden, duygusal ve ruhsal bedenle bir bütündür. Bilim geliştikçe, bizim sadece fiziksel bedenden ibaret olmadığımız, ayrıca enerji bedenimizin de olduğu bilgisi ile karşılaşıyoruz. 


Newton fiziğinden, Kuantum fiziğine geçişle, katı olarak algıladığımız her şeyin, buna bedenimiz de dahil aslında bir çeşit enerji olduğu anlıyoruz. Canlı ve cansızın enerji anlamında tek bir bütün olması; fizikte, tıpta, ruhsallıkta, başka algılayış kapılarını açıyor. Özellikle Doğu Tıbbı’nın, yüzyıllardır kullandığı enerji meridyenleri bilgileri yeni yeni ispatlanıyor.
 
Hastalıklar; genetik, beslenme, çevresel etkiler ve enerji dengesizliği ile oluşabilir.
 
Çin kültüründe “Ch’i” ve Japoncada “Ki” olarak bilinen yaşam enerjisi, vücudumuzda, gözle görmediğimiz, sinir sistemi gibi bir uçtan bir uca dağılan ‘meridyenler’ aracılığıyla dolaşır. Enerji hatlarında enerji bloke olduğunda, söz konusu organa giden enerji devresi kapanmış olur ve biriken olumsuz enerjiler zamanla yoğunlaşarak bir takım rahatsızlıklar oluşur.
 
Örneğin sürekli baskı altında kalıp kendisini ifade edemeyen bireyin zamanla boğazında tiroit ve guatr oluşabilir. Sürekli dişilik yönünden baskılanan ve bu bakımdan aşağılanan kadınlarda yumurtalık kistleriyle jinekolojik sorunlar çıkabilir. Geçmişinden kopamayan, geçmişte takılı kalan bireylerde kabızlık sorunu olabilir. Artık yaşamında daha fazla sorumluluk alamayacağını hisseden, sorumluluklar altında ezilen bireyin bel fıtığı olabilir. Öfke ve korku duyguları karaciğer rahatsızlıkları oluşturabilir.
 
Duyguların enerji bedene etkileri

Coşku kalp ile bağlantılı bir duygudur. Coşku duygusunun tam tersi duygular kalp ve akciğer fonksiyonlarını etkileyebilir. Kalp sorunlarının olası zihinsel nedenleri arasında, çoğunlukla sevgi alış verişinin engellenilmesi, kalbin endişe keder gibi duygularla yorulması gibi etkenler yer alır. Coşku duygusu negatif iken, zihinsel dağınıklık oluşur.

Dehşet duygusu ve beraberinde panik duygusu kalbi etkiler. Hızlı kalp atışı zihinsel telaş ve soğuk ter belirgin özellikleridir. Psikiyatride panik bozukluk ‘panik atak’ olarak tanımlanır.

Endişe duygusu dalak üzerinde etkisini gösterir. Bu problem üzerine aşırı düşünmek sıkıntı hissetmek dalak enerjisini bloke eder. Depresyon huzursuzluk iştah azalması, yorgun kol ve bacaklar, karın şişliği ve bayanlarda adet dönemi bozuklukları olarak ortaya çıkabilir.

Üzüntü ve Yas akciğerlerin enerjisini bozar ve solunum sıkıntıları ortaya çıkabilir. Örneğin bronşit, astım gibi sorunlar sevilen birinin kaybedilmesiyle ilişkilendirilebilir. Ve bireyin kendisini bastırılmış boğulmuş hissetmesi, bireysel bağımsızlığını hissedememesi durumlarında ortaya çıkabilir. Göğüsten gelen derin öksürükler mutsuzluğun göstergesi olabilir çünkü ciğerlerdeki enerji sıkışmıştır.

Korku böbreklerin temsil ettiği bir duygudur ve sırt ağrıları idrar yolları problemlerine yol açabilir ve yalnızlık duygusunu körükler.

Öfke karaciğerin enerjisini bozar. Baş ağrıları, baş dönmesi, sırt ağrıları şeklinde etkisini gösterebilir.

GEBELİK ŞEKERİ NEDİR? NELER YAPMALIYIZ ? - Canan Karatay

GEBELİK ŞEKERİ NEDİR? NELER YAPMALIYIZ ?

Gebe kalmadan önce, diabetik olmayan bir anne adayında, BÜTÜN Gebelik hormonlarının etkisi ile, insülin direnci ya da Diabetes Mellitusun gelişmesine gebelik şekeri adı verilir.
 
Gebelik sırasında bir annenin şekerinin yüksek seyretmesi, kendisinde olduğu gibi karnındaki bebeğinde de bir çok komplikasyona neden olur.

Asıl görevimiz ana ve çocuğun sağlığını korumak olmalıdır!


Gebelik şekerinin sebebi nedir önce bu soruyu irdelemmemiz gerekmez mi?

Bir çok bilimsel araştırma, hamile annenin yüksek miktarda karbonhidratlarla beslenmesi sonucu GEBELİK ŞEKERİNİN MEYDANA geldiğini göstermiştir!

Annenin aşırı miktrada şekerli yiyecek ve şeker yüklemesi gibi yüksek şeker yüklü içeceklerle, ve rafine olmuş karbonhidratların vücuduna girmesi sonucu, yeni doğan bebeğin kordon kanında insülin yüksekliği olduğu gösterilmiştir!

PLACENTA gebeliğin devam edebilmesi amacıyla bir çok önemli hormon üretir. Aynı zamanda da bebeğin eşi, yani PLACENTA ana rahminde büyümekte olan bebeğin gereksimi olan su ve besleyici maddeleri anne kanından alarak bebeğe geçmesini sağlar.

PLACENTANIN gebeliğin devam edebilmesi amacıyla bizzat ürettiği hormonlar şunlardır:

1.    Östrojen ve progesteron hormonları
2.    Kortizol (yani vücudumuzun yaptığı kortizon)
3.    Plasenta hormonu laktojen (ana sütü hormonu)

Bu hormonların tümü gebe annede insülin direncini başlatan hormonlardır. Yani gebilik süresince, özellikle ilk 3 aydan sonra, annenin pankreasında üretilem insülin hormonunun, kan şekerini normalleştirme etkisi giderek zorlaşır.

Hamileliğin devam etmesi amacıyla placentadan salgılanan bu hormonlar insülinin normal görevini bloke ettiği için, engellediği için, gebelik hormonlarının bu engelleyici etkisine, bilimsel olarak kontra-insülin etki diye adlandırılır (insülin karşıtı etki denir).

Placenta büyüyüp geliştikce salgılanan hormonların miktarı da giderek artar. İnsülin hormonunun etkisinin bloke olması sonucu gebe olan annede İNSÜLİN HORMONU YÜKSELİR VE İNSÜLİN DİRENCİ meydana gelir.  Özellikle, gebeliğin 20-24’üncü haftalarından itibaren İNSÜLİN DİRENCİ oluşmaya başlar. Gebelik haftaları ilerledikce de İNSÜLİN DİRENCİ birlikte giderek artar.

Çünkü, 20-24’üncü haftalarda başlamış olan İNSÜLİN DİRENCİNİ kırabilmek için, annenin pankreası daha da fazla insülin üretmeye başlamıştır. Bu nedenle de Annede GEBELİK ŞEKERİ başlar ve hamileliğin sonuna doğru giderek de artar!

Bilinenin aksine, gebe annenin pankreası fazla miktarda insülin üretir, ve annenin kan insülini devamlı olarak yüksektir.

Bu bağlamda, Pankreasın insülin üretemediği bilgisi tamamen yanlıştır.

ÖNEMLİ UYARI:  

GEBELİK ŞEKERİNİ ÖNLEMEK DE YALNIZ VE YALNIZ ANNENİN VE ONU İKİ CANLISIN DİYEREK BESLEYEN YAKINLARININ ELİNDEDİR…TAMAMEN ONLARIN SORUMLULUĞUNDADIR!

ANNENİN KARBONHİDRATLARDAN UZAK KALARAK, DOĞAL PROTEİNLER VE YAĞLARLA BESLENMESİ İNSÜLİN DİRENCİNİN BAŞLAMASINI VE GİDEREK ARTMASININ ÖNÜNÜ KESER !

MESELE BU KADAR BASİTTİR!

NOT:
 
1.    Karatay öneri ile beslenen annelerde gebelik şekeri gelişmez!
 
2.    Doğal, işlenmemiş yiyeceklerle beslenen annelerde gebelik şekeri gelişmez!
 
3.    Doğal, işlenmemiş yiyeceklerle beslenen annelerde gebelik şekeri gelişmiş olsa dahi, geriler ve ANNENİN GEBELİK ŞEKERİ KAYBOLUR! İYİLEŞİR ! KARNINDAKİ BEBEK RAHATLAR!
 
4.    Her gün sürekli bir şekilde 20-30 dakika yürüyen gebelerde aynı zamanda doğal, işlenmemiş yiyeceklerle BESLENDİKLERİ TAKTİRDE gebelik şekeri gelişmiş olsa dahi, geriler ve geçer.
 
5.    Karatay kitaplarını okuyup uygulayanlar bunları yazmakta ve de söylemekteler.
 
6.    KARATAY UYARILARI GEBELİK ŞEKERİNİ ÖNLER!
ANANIN RAHAT VE SAĞLIKLI BİR GEBELİK GEÇİRMESİNİ SAĞLAR. BEBEĞİ SAĞLIKLI DÜNYAYA GELİR!

Gebelik şekeri var mı yok mu diye gebelere ŞEKER YÜKLEMESİ YAPILMASI gerikir mi?

Kelimenin tam manasıyla gerekmez!  Kesinlikle yanlış bir uygulamadır!
 
Yukarıda da açıklamış olduğum gibi, her gebede değişik düzeylerde, gebelik hormonlarına bağlı olarak insülin yüksekliği ve direci oluşuyor. Ana ve çocuk sağlığı bakımından bu gelişme gayet doğal, gayet fizyolıjik sağlıklı bir gelişmedir.

Bir anne adayı için, en önemli olay ya da faktör bilinçli olarak, bu durumun ileri derecelere erişmesini önlemektir.

HİÇ YOKTAN, ACABA İNSÜLİN DİRENCİ VAR MI YOK MU DİYE, ZATEN İNSÜLİN DİRENCİ GELİŞMİŞ OLAN BİR ANNEYE, ŞEKER YÜKLEMESİ YAPILMASI, ANNE KARNINDAKİ BEBEĞE DE OLDUKCA CİDDİ ZARAR VERMEKTEDİR!

HAMİLE BİR ANNEYE ŞEKER YÜKLEMESİ YAPMAK, YANGINA KÖRÜKLE GİTMEYE EŞ DEĞERDİR!

YARANIN ÜZERİNE TUZ EKMEK İLE EŞ DEĞERDİR !

Şeker yüklemesinin neden ZARARLI OLDUĞUNU ve neden asla gerekmediğini açıklayalım.

Doğal olarak, bebeğin beslenme ve büyümesi amacıyla annenin kanındaki besin maddeleri ile birlikte, annenin, yükselmiş olan kan şekeri de bebeğe hemen geçer.  Annenin yüksek kan şekerinin düşmesi için, annenin pankreasından salgılanan  annenin insülin hormonu ise, diğer besin maddeleriyle birlikte plasentadan bebeğe geçmez. Plasentada, ana insülinin bebeğin kanına geçmemesi için engel vardır. Bu nedenle, anneden gelen yüksek şekerin düşürülmesi amacıyla, her bebeğin kendi pankreasından aşırı miktarda İNSÜLİN HORMONU salgılanır.

İNSÜLİN HORMONU anabolizan bir hormon olduğu için. bebekte yağ depolanmasına ve de aşırı gelişmeye, kilo almaya neden olur!  Ana rahmindeki bebekte İNSÜLİN DİRENCİ oluşmaya başlar.

Ana rahmindeyken bir TOSUNCUK OLUŞMUŞTUR artık.

ŞEKERLİ İÇECEKLERİ KULLANAN ANNELERİN PLASENTALARINDA DA GELİŞME BOZUKLUĞU/GELİŞME GERİLİĞİ OLDUĞU GÖSTERİLMİŞTİR!

SONUÇ:

1.    Şekeri yükselten hızlı ve basit karbonhidratlarla (yüksek glisemik indeksli)beslenen annelerin bebeklerinde ana rahminde insülin direnci gelişir. Bir nevi metabolik sendrom ana rahminde ortaya çıkar.
 
2.    Şekerli gazlı içeceklerle, şuruplarla, yani şeker yüklemesi yapılan annelerin bebeklerinde ve kendilerinde insülin direnci gelişir, gelişmiş olanlar da ise metabolik bozukluk daha da artar.
 
3.    Yani zaten normal ve fizyolojik olarak gelişmişl olan gebelik şekeri daha beter hale gelir. Ana da da bebekte de!

İşte bu nedenlerle şeker yüklemesi yapılması doğru değildir diyoruz!

4.    Doğal protein ve yağlı besinlerle ve yavaş karbonhidratlarla yani düşük glisemik indeksi olan, düşük insülin indeksli olan karbonhidratlarla beslenen annelerin bebeklerinde, ana rahmindeyken İNSÜLİN DİRENCİ/METABOLİK sendrom GELİŞMEZ ve de EĞER GELİŞMİŞSE ÖNLENİR! ÖNÜ ALINIR VE GERİLER!
 
5.    Sıvı şeker yüklenmiş içecekler, gazlı tüm içecekleri kullanan annelerde ve de bebeklerinde, zaten var olan insülin direnci daha da beter bir hal alacaktır!
Plasenta gelişmeyecektir!

Ana rahmindeki bebek neden kilo alır?

Hamile annenin kan şekeri yüksek ise, yüksek kan şekeri olduğu gibi bebeğe de geçer. Bebeğin pankreası, yüksek kan şekerini algılayınca, BEBEĞİ KORUMAK AMACIYLA, aşırı miktarda İNSÜLİN HORMONU salgılar. Şekerin fazlası bebekte yağ olarak depo edilir, bebek normal kilosunun üstüne çıkar VE KİLO ALMAYA DA DEVAM EDER.

TOSUNCUK bebeğin sebebi annenin yüksek kan şekeri ile birlikte bebeğin insülin hormonunUN DEVAMLI OLARAK YÜKSEKLERDE KALMASIDIR, yüksek olmasıdır!

NOT:

Annenin açlık kan şekeri normal olsa dahi, hamileliğin 20-24 haftalarında, İNSÜLİN ETKİSİNİ BLOKE EDEN plasenta hormonlarının fizyolojik OLAN etkisi ile, HAMİLELRDE insülin direnci başlamakta ve hamilelik ilerledikce de giderek artmaktadır unutmayalım!

Yani anne ve karnındaki tosuncukta hem kan şekeri hem de insülin hormonu fizyolojik olan normal şartlarda dahi biraz yüksek seyreder.

Tosuncuk dedidiğimiz bebeğe insülin hormonu yüksekliği ne gibi zararlar verir?

1.    Tosuncuk bebeklerde ve annelerinde doğum sırasında bir çok komplikasyon oluşmaktadır. Rahim ağzı yırtılmaları, perine yırtılmaları, yeni doğan bebeklerde omuz çıkığı, vs. gibi.
 
2.    Yeni doğan bebek plasenta ayrılır ayrılmaz, bebeğe artık annenin yüksek kan şekeri geçmez ve  bebeğin kan şekerini yükseltmez.
 
3.    Ancak hala, yeni doğanın kanında  İNSÜLİN HORMONU yüksek olarak bulunmaktadır. Bebeklerin göbek bağı kanında yüksek olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle doğar doğmaz bebekte ani şeker düşüklüğü yani HİPOGLİSEMİ krizi gelişir. Tehlikelidir.
 
4.    Önemli olan, hamileliğn başında itibaren tedbir alarak, ananın ve karnındaki bebeğin şeker ve insülinini yükseltmemektir.
 
5.    Ananın ve bebeğinin aşırı kilo almalarının önlenmesini sağlamaktır!
 
6.    Şeker yüklemesi yapıldığında, hem annenin hem bebeğinin kan şekeri ve insülini aşırı derecede yükselir. 50 ya da 100 gr kadar olan suda eritilmiş şeker, yani sıvı şeker aniden anne ve bebeğin kan şekerini fırlatır! Bir çok anne bu nedenle kusmaya başlar. Birden bire yükselen kan şekeri nedeniyle, ani olarak aşırı insülin salgılanır ve anne baygınlık geçirir. Yani anne HİPOGLİSEMİ krizine girer.
 
7.    Aynı anda, ana rahmindeki bebekte de HİPOGLİSEMİ gelişerek bebek baygınlık gelişir, bebek hareketsiz kalır.
 
8.    Ana rahmindeki bebeklerde son haftalara doğru artan insülin yüksekliği, bebeğin akciğerlerinin ve diğer organlarının normal gelişmesini engeller.
 
9.    Bu nedenle, hamileliklerinde bir ya da bir kaç kez şeker yüklemesi yapılmış olan annelerin yeni doğan bebeklerinde solunum güçlüğü oluşur. Akciğer ödemi bile gelişen bu bebekler, doğdukları andan itibaren annelerinin göğsünde dinleneceklerine haftalarca bebek yoğun bakımında kuvözlerde günlerini geçirmek zorunda kalırlar.
 
10.    Ana rahminde İNSÜLİN DİRENCİ gelişmiş olan bebeklerin, bağışıklık sistemleri de tam olarak gelişemez. Bu nedenle, yeni doğanlarda sık sık infeksiyon hastalıkları görülmektedir. Çocukluk yaşlarında alerjik hastalıklar, kanserler ve astım hastalıkları sıklıkla görülmektedir.
 
11.    Ana rahminde İNSÜLİN DİRENCİ gelişmiş olan bebeklerde çocuk yaşlarında dahi yetişkin tipi şeker hastalığı gelişmektedir.
 
12.    Ana rahminde İNSÜLİN DİRENCİ gelişmiş olan bebeklerde çocuk yaşlarında dahi karaciğer yağlanması başlamaktadır.

ÖNEMLİ NOT:

Bu bağlamda, bebek sahibi olmak isteyen ve hamile olan annelere 10 EMİR ya da 10 UYARIMIZ OLACAK:

1.    Doğal besleneceksiniz!
 
2.    Aşırı karbonhidrat yemiyeceksiniz,
 
3.    Meyva şekerli sıvı ve gazlı içecekleri tüketmeyeceksiniz.
 
4.    Açık havada bol bol yürüyeceksiniz!
 
5.    Yaz aylarında uzun uzun denizde yüzeceksiniz, yüzme bilmiyorsanız bebeğiniz için öğreneceksiniz!
 
6.    D Vitamini değerlerinizi 100 ng/ml’in üzerine çıkaracaksınız. Yüksek D vitaminin toksik etkisi yoktur, korkmayın
 
7.    B12 ve Folik asidinizi yükselteceksiniz
 
8.    SAKIN ŞEKER YÜKLEMESİ YAPTIRMA! KENDİNİ VE BEBEĞİNİ HİPOGLİSEMİ KRİZİNE SOKMA!
 
9.    Bol bol balık, doğal köy tereyağı, doğal yoğurt, köy yumurtası tüketeceksiniz.
 
10.    Bol bol uyuyacak ve sürekli sevdiğiniz bir müziği dinleyeceksiniz!

SONUÇ:

Hamilelere şeker yüklemesi yapılarak, gebelik şekeri olduğu ortaya çıkınca, hekiminiz zaten yukarıda saydığımız, son derece önemli olan 10 öneriyi size söyleyecek ve de uygulamanızı isteyecektir.

Siz eğer 10  öneriyi gebeliğinizin başından itibaren uygulamaya başlarsanız, Şeker yükleme testine gerek yoktur ve de gereksizdir.

Ayrıca sağlıklı Bebek sahibi olmak istiyorsanız:

HER TÜRLÜ ŞEKERDEN KORK !
YÜKSEK D-VİT’TEN KORKMA!


Gebelik şekerinizin olup olmadığını anlamanızın ve de kontrol etmenizin en kolay yolu son derece basittir. Kendiniz bunu kolaylıkla yapabilirsiniz!

1.    Gittiğiniz hastaneden parmaktan kan şekeri ölçme aleti isteyeceksiniz, bedavadır. Bu konuda hekiminiz  ya da diabet hemşiresi size yardımcı olacaktır.
 
2.    Bu aletle diabet hemşiresinden kan şekerinizi ölçmeyi öğreneceksiniz.
 
3.    Eve gelince, yediğiniz her hangi bir yemekten ya da ara öğünden, ya da şekerli gazlı içecek, meyva suyu ya da örneğin karpuz kavun, ekmek, pilav makarna, tost, pasta vs. yemeden önce ve yedikten 1.5-2 saat sonra kan şekerinizi ölçeceksiniz…Kan şekeriniz fırlamışsa o yiyeceği bir daha TÜKETMEYECEKSİNİZ!
 
4.    Bu şekilde ölçüm yaparak kendi kan şekerinizi zıplatmayan yiyecekleri tüketirseniz bilesinizki gebelik şekeriniz gelişmez, gelişmiş ise de geçer ve iyileşirsiniz. Hipoglisemik ataklarınızdan kurtulursunuz!
 
5.    Kandaki D vitamini değerinizi de 100ng/ml’nin üstünde tutarsanız da gebelik şekeriniz gelişmez, gelişmiş ise de geçer iyileşirsiniz. Almış olduğunuz kilolardan da kurtulursunuz.
 
6.    Gebelik şekerini düzeltmek annenin yalnız ve yalnız annenin elindedir. Kimsenin değil.

GEBELİK ŞEKERİNİ KENDİNİZ DÜZELTEBİLİR, NORMAL BİR DOĞUM YAPAR VE SAĞLIKLI BİR YAVRU SAHİBİ OLABİLİRSİNİZ!

NOT:

1.    Bütün şeker hastaları da aynı yöntemi uygulayarak insülin direncinden, metabolik sendromlarından, şeker hastalıklarından ve tüm dejeneratif hastalıklardan kurtulabilirler
 
2.     Dejeneratif hastalıkların ve şeker hastalığının tehlikeli komplikasyonlarını da önleyebilirler!

SONUÇ:

1.    Gebelik şekeri tabii ki çok tehlikelidir. Gebelik şekeri tanısını koyabilmek için illa bir kaç kez şeker yüklemesi yapmak gerekli değildir.
 
2.    Gebelerin kanında yalnız ve yalnız bir kereye mahsus olarak İNSÜLİN HORMONU düzeyini öğrenmek yeterli olacaktır. 5IU/mL’nin üstünde değer bulunacak oılursa, gebeye yukarıda verilen sağlıklı doğal beslenme ve yaşama önerileri verilmesi yaterlidir. Olay bu kadar basittir.

Saygılarımla,

Prof. Dr. M Canan Karatay
Kalp ve İç Hastalıkları Uzmanı

K2 vitamini ve K2 vitamininin faydaları

K2 vitamini ve K2 vitamininin  faydaları

Hem kemik sağlığı için hem de damarların korunması  K2 Vitamini çok önemli.

K2 vitamini nedir?

K2 vitamini kısaca damarlarda bulunan kalsiyumu toplayıp kemiklere yönlendiren çok önemli bir vitamin olarak tanımlanabilir.


D Vitamini bir çok hastalığın önlenmesinde hatta tedavisinde kullanılıyor. D Vitamini kalsiyum emilimini artırıyor. Vücuda giren kalsiyumun istenen yerlere yönlendirilmesi gerekiyor. Yani damarlarda birikip damarların kireçlenmesine yol açması yerine kemiklere ve dişlere yönlendirilmesi lazım. 

İşte bunu sağlayan da K2 Vitamini. K2 Vitamini atardamarlarda sertliğe yol açan kalsiyum birikmesine engel olup, kemiklerde kalsiyum toplanmasına yardımcı olmaktadır.

Yapılan bazı çalışmalarda yüksek miktarda kalsiyum kullanımının kemikleri kuvvetlendirirken, damarlara çok ciddi zararlar verdiği gözlemlenmiş. Bu durum 'kalsiyum paradoksu' olarak adlandırılıyor. Kalsiyum paradoksundan korunmanın en iyi yolu K2 vitamini alımı ile vücudu desteklemektir.

K 2 Vitamininin başka yararları var mı?

Kemiklerin sağlamlığının ve mineral yoğunluğunun çocuklukta ve ergenlikte arttırılması gerekmektedir. Sağlıklı bir kemik dokusunun oluşabilmesi için çocukların daha fazla K2 Vitaminine ihtiyaçları vardır. Aynı şekilde ileri yaşlarda da K2 vitamini çok önemlidir. Özellikle menopoz sonrası kadınlarda görülen osteoporoz (kemik erimesi) ve kemik yoğunluğunda azalma K2 Vitaminiyle önlenebilir. 

Bilimsel araştırmalarda K2 Vitamini kullanan menopoz sonrası kadınlarda kemik yoğunluğunun arttığı ve kemik kırıklarında azalma olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yapılan bazı bilimsel çalışmalarda K2 Vitamini alan kadınlarda kalp damar sağlığının daha iyi olduğu görülmüştür. Bunların dışında K2 Vitamininin diyabet tedavisi, doğurganlık, hafızanın güçlendirilmesi, bağışıklık sisteminin desteklenmesi gibi pek çok diğer alanda da etkili olduğu söylenmektedir.

K 2 vitamini yeni bulunan bir vitamin mi, ölçülebiliyor mu?

Geçmişte K vitaminlerinin tek bir vitamin olduğu düşünülüyormuş. Bizim yağda çözünen vitaminler olarak sık sık dile getirdiğimiz A, D, E ve K vitaminlerindeki “K” diye adlandırdığımız vitaminin aslında K1 vitamini olduğunu, yeni keşfedilen K2 vitamininin ise birçok farklı işlevinin olduğunu öğrendik. Henüz ölçülebildiğine ilişkin bir bilgiye rastlamadık.

K2 Vitamini doğal olarak hangi besinlerden alınabilir?

K2 Vitamini bakteriler tarafından yapılıyor ve peynir gibi fermente (mayalanmış) gıdalarda, fermente sebzelerde (turşu vb) ve yumurta sarısında bulunuyor. Yapılan araştırmalarda brie, gouda ve edam gibi peynirlerde çok miktarda olduğu belirtilmiş. En fazla bulunan peynirin 32 gramında (1 Ons) 75 mcg K2 bulunuyor. 

Günlük bunun yaklaşık üç katı kadar yani 90 gr brie veya gouda veya edam gibi peynirlerden yenmesi gerekiyor. Bu araştırmalar batı ülkelerinde yapıldığı için bu peynirlerin adı geçiyor. Türkiye'deki peynirlerle ilgili bir çalışmaya rastlamadık.

K2 vitamininin en fazla bulunduğu besin ise fermente bir soya ürünü olan ve Japonların sıklıkla yedikleri "natto" denilen bir yiyecek. Bu gıdadan ihtiyaç olan tüm K2 Vitamininin alınabileceği belirtiliyor. Ancak bu gıdanın da tadı batı damak alışkanlığına pek uygun değilmiş.

Günlük K2 vitamini ihtiyacımız ne kadar?

K2 konusunda araştırmaları olan bilim insanlarından Kanadalı araştırmacı Dr Kate Rheaume-Bleue'ye göre bir insanın günlük ihtiyacı yaklaşık200 mcg, DrVermeer'e göre ise günde 45 - 185 mcg arasında değişiyor. Bu ihtiyaç D Vitamini alımı arttıkça daha da artıyor.

Kanadalı araştırmacı Dr Kate Rheaume-Bleue Amerikalıların % 80'inin beslenmeleriyle yeterli K2 Vitamini alamadıklarını ileri sürüyor. Bu konuda henüz ülkemizde yapılan bir araştırma olmadığından, beslenme alışkanlıklarımızın giderek batılılara benzemesi sonucu bizlerin de bu vitamini yeterince alamadığımız söylenebilir.

Biz K2 Vitamini almalımıyız?

Biz D Vitamini değerlerimizi Prof. Dr. Canan Karatay'ın önerisi ile 80  100 ng /ml aralığında tutmak için Canan Hocanın önerisiyle  100 mcg. K2 Vitamini takviyesi almalıyız.

K2 Vitamini seçerken nelere dikkat edilmeli?

K2 Vitamini seçerken MK-7 (Mena Q7) formunda olmasına dikkat etmeliyiz çünkü bu formda olanlar doğal maddelerden üretiliyormuş. Oysa MK-4 formunda olanlar sentetik olarak üretiliyormuş.

Sonuç: Birçok açıdan önemli olan D Vitamini düzeyimizi gerektiği gibi tutuyoruz, bu durum kalsiyum emilimini arttırıyor, kalsiyumun damarlardan alınarak kemikler ve dişler gibi istenen yerlere yönlendirilmesi için K2 Vitamini alıyoruz. Hastalandıktan sonra çeşit çeşit ilaç almak yerine sağlığımızı korumak için bu destekleri almak bize daha akılcı geliyor.

GRİP AŞILARININ İŞE YARAMADIĞI İSPATLANDI

GRİP AŞILARININ İŞE YARAMADIĞI İSPATLANDI

Çok merak edilen "Grip aşısı gerçekten işe yarıyormu? Grip aşısı olalım mı? sorularının cevabı belli oldu.

Eurosurveillance’ da yayınlanan üç araştırma grip aşılarının gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Buna “grip aşısı rezaleti” de denebilir, hiç abartılmış olmaz. Eurosurveillance, öyle grip aşısı karşıtı ya da sıradan bir yayın organı değil.

Tüm dünyaya 6 aylıktan itibaren  grip aşısı tavsiyesinde bulunan USA’ nın meşhur Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC’ nin Avrupa kolu European Centre for Disease Prevention and Control (ECDC) tarafından yayınlanıyor.


Araştırmaların orijinal metinlerine kaynaklar bölümünden ulaşılabilir; ben bu araştırmaların özetlerini sunuyorum.

Çok merkezli araştırma (1)

Her üç araştırma da test-negatif vaka kontrol yöntemine göre yapıldı; grip benzer hastalık (GBH) belirtileri gösterenler hastalar grip için test edilirken aşı olup olmadıkları belirlendi.

Bu çalışma 2008’ den beri aşıların etkinliğini değerlendiren ve kısa adı I-MOVE (Influenza Monitoring Vaccine Effectiveness in Europe ) olan projenin bir parçasıdır.

Bu çalışmada GBH belirtileri olan 4 bin 362 hasta grip bakımından test edildi ve test 2 bin 84 kişide pozitif bulundu. Bunların yüzde 85 kadarı H3N2 idi.

Değerlendirmeyi etkileyebilecek çeşitli etkenler düzeltildikten sonra aşının her yaş için tüm sezon etkinliği yüzde 25 olarak bulundu.

Bu oran 15-59 yaş grubunda yüzde 63 ve asıl gribe karşı ciddi şekilde korunması gereken 60 yaşın üzerindekilerde ise sadece yüzde 15 idi.

Sezonun ilk döneminde (şubat ortasına kadar) yüzde 38 olan etkinliğin yüzde -1’ e düştüğü görüldü; yani aşı olanların olmayanlara göre daha çok hastalandıkları anlaşıldı.

Rapora göre, 2011-2012 sezonu aşısı ile o dönem hastalık yapan H3N2 virüslerinin birbirine benzeşmemesinin aşıların etkinliklerinin bu kadar düşük olmasında rol oynadığını söylüyorlar.

Diğer sebepler olarak da grip salgının geç başlaması dolayısıyla aşının sağladığı bağışıklığın zayıflaması ve aşının etkili olmaması gösteriliyor.

İngiltere çalışması (2)

İngiltere’ de yapılan çalışmada 396’ sı H3N2 pozitif ve 45’ ide B tipi grip hastalığı olan 3 bin 869 kişi yer aldı.

Grip aşısının H3N2 virüslerine karşı etkinliği genel olarak yüzde 23 bulundu.

Etkinlik ekim-ocak ayları arasında yüzde 43, sonraki 3 ay için yüzde 17 olarak hesaplandı.

Aşının etkinliği aşılama ve GBH belirtilerinin başlamasına göre belirlendiğinde etkinliğin 3 aydan kısa zaman önce aşı olanlarda yüzde 53, 3 aydan fazla zaman geçenlerde ise yüzde 12 olduğu görüldü.

B tipi virüslere karşı etkinliğin çok yüksek olduğu (yüzde 92) tespit edildi.

İspanya çalışması (3)

Burada da yüzde 93’ ü H3N2 pozitif olan 411 hasta ile testleri negatif olan ve 346 kişiden oluşan kontrol grubu vardı.

Aşının düzeltilmiş etkinliği genel olarak yüzde 31 bulundu. Bu oran 65 yaşından genç olanlarda yüzde 44 ve 65 yaş üzerindekilerde yüzde 19 idi.

Aşıdan sonraki ilk 100 gündeki etkinlik yüzde 61; 100-119 günler arası yüzde 42 ve daha sonra ise sıfır idi. Etkinlik azalması daha ziyade yaşlı hastalarda görüldü.

Prof Dr Ahmet Rasim Küçükusta

Anemi belirtileri - korunma ve tedavisi

Anemi belirtileri - korunma ve tedavisi

Anemi: Kanda oksijen taşıyan hemoglobin seviyesi normalin altına indiğinde anemi (kansızlık) ortaya çıkar. Hemoglobinin oluşması için Demir  gereklidir ve demir eksikliği anemisi en sık görülen anemi çeşididir. Fakat anemi zeminde yatan başka hastalıkların belirtisi de olabilir.


Aneminin Belirtileri

* Yorgunluk, bitkinlik.
* Soluk veya grimsi deri rengi.
* Oturur pozisyondan ayağa kalkıldığında baş dönmesi.
* Hafif egzersiz sonrasında kalp hızının artması ve nefes darlığı.
* Baş ağrısı.

 Öncelikle hekiminize danışmalısınız.

Anemi (özellikle kadınlar arasında) son derece sık görülmesine rağmen, hafife alınmamalıdır. Anemi vakalarında daime hekime başvurulmalı, durum herzaman tıbbi olarak araştırılmalıdır, çünkü bu durum zeminde yatan önemli hastalıkların belirtisi olabilir.

Aneminin Nedenleri

Adet dönemlerindeki kan kayıpları nedeniyle kadınlar anemiye erkeklerden daha yatkındır. Gebelik de vücudun demir rezervlerinin azalmasına yol açarak anemi riskini artırır. Vejetaryenler ve hayvansal gıdalardan fakir beslenme alışkanlığı olan bireyler de anemi gelişimine yakındır.

Kan kaybına ve demir veya diğer besin maddelerinin  emiliminin bozulmasına yol açan bağırsak hastalıkları da anemi nedeni olabilir. Anemi uzun süren ve genellikle enflamatuar özellikli hastalıklarda da (örneğin Romatoit artrit) ortaya çıkabilir, fakat bu tip durumlarda tek başına diyet veya vitamin takviyesi ile tedavi edilemez.

Anemi için şifalı bitkiler

Isırgan otu: 4 gram kurutulmuş ısırgan otu yaprapı 1 su bardağı kaynar suda 10 dakika bekletldikten sonra süzülür. Günde 3 bardak içilir

Çemenotu: 2 gram çemenotu tozu az miktarda su ile tüketilir. Bu uygulama günde 3 kez yapılır.

Diğer önlemler:

* Koruyucu önlem olarak, demirden ve vitaminlerden yana zengin bir beslenme tarzını tecih edin.

* Demir emilimini azalttığı bilinen gıdaları tüketmekten kaçının. Bunlar kepek, fosfordan zengin besinler ( örneğin alkolsüz içecekler) ve uyarıcılardır (Çay, Kahve) 

Bitki çaylarının yararları

Bitki çaylarının yararları

Bitki çayları vücudumuz için yan etkileri olan reçetesiz ilaçlara benzemezler. Bitki çayları, mide bulantısından, akneye, ağzınızdaki yaralardan eklem iltihabına kadar pek çok sağlık sorununa iyi gelmektedir. 

Bitki çaylarının yararları

Siyah çay: Antibakteriyel ve anti-inflamatuar özellikleri olan tannik asit (Tannik asitle ile ilgili bilgiyi sayfa sonunda bulabilirsiniz) içeren siyah çay vücudun sıvıları daha iyi emmesine yardım ederek ishali ve şişkinliği hafifletir.

Çayı demledikten sonra çay poşetleri sayesinde kesikler, arı sokmaları, böcek ısırığı ve diş ağrısı nedeni ile oluşan şişlikler ile konjonktivit iltihabı olan gözlerinizdeki şişlik azalır.
Siyah çaydaki alkalin, asidi etkisiz hale getirir ve aft ile uçuklardaki ağrıyı hafifletir. Günde 3-4 kez soğumuş, ıslak çay poşetini yara yerine uygulayın. Ayrıca bakterileri öldürür ve yaraların kapanmasını sağlar, çay sayesinde daha az terleyip daha az ter kokarsınız.

Yeşil çay: Araştırmacılar yeşil çayda bulunan polifenollerin kanseri önlemede rol oynadığı konusunda şüpheliler, ancak yeşil çayın kan hücrelerini öldürdüğünü ve ilerlemesini yavaşlattığına inanıyorlar.

Yeşil çay ayrıca kalp hastalığı veya felç nedeni ile ölüm riskini azaltıyor, diş çürüğü oranını düşürüyor ve zihinsel yeteneklerde azalmayı durduruyor. Yüzünüzü yeşil çayla yıkarsanız veya kompres yaparsanız akne lekelerini azaltmaya yardımcı olur.

Nane çayı: Sindirimi harekete geçirmede ve gaz, bulantı ve kusmayı iyileştirmek için mükemmel bir çaydır. Her yemekten önce bir fincan nane çayı mide kaslarınızı sakinleştirir ve özellikle yağlı yiyeceklerin biraz daha hızlı hareket etmesine yardım eder.

Ayrıca boğaz ve sinüs ağrısını hafifletir. Ağrıyan ayaklarınızı soğumuş çayın içinde bekletirseniz ağrının hafiflediğini göreceksiniz.

Bal da ülsere iyi geldiği için çayın içine bal ekleyebilirsiniz. 

Papatya çayı: papatya çayını ağrıyan eklemlerinizin üzerine koyabilirsiniz. Ayrıca akneye iyi gelir. Boğazınız ağrıyorsa iltihabı azaltmak için papatya çayı ile gargara yapabilirsiniz.

Limon çayı: Alerjiniz varsa, bir fincan sıcak limon çayı polenleri ve tozları burun yolunuzdan uzakta tutan kılları uyandırır, gün boyunca hapşırmanız ve öksürmeniz azalır. Etkisini artırmak için biraz adaçayı, rezene veya anason ekleyin. Limon çayı soğuk algınlığının tedavisinde de etkilidir.

Şiş olan boğaz dokularına da küçültür. Boğazınızı yumuşatmak için doğal bir antioksidan ve antibiyotik olan baldan da ilave edin.

Zencefil çayı: Binlerce yıldan beri zencefil hazımsızlık ve ishalin tedavisinde kullanılıyor. Araştırmacılar, zencefilin bağırsak çekilmelerini azalttığına, sindirim asitlerini nötralize ettiğine ve beynin bulantı merkezini engellediğine inanıyorlar. 

Zencefilin içindeki 2 bileşen baş dönmesiyle bulantıyı azaltarak iç kulak ve merkesi sinir sistemine de etki ediyor. Ayrıca hamilelikte görülen sabah bulantılarına, araç tutmasına, adet sancılarına da iyi geliyor. Zencefilin anti-inflamatuar özelliği sayesinde grip, soğuk algınlığı veya burun tıkanıklığında da yardımcıdır. Eklemlerinizdeki ve tendonlarınızdaki ağrıları da hafifletiyor, hatta en ağrılı migrenlerde bile etkili oluyor.

Tannik Asit (Tanen)
Fitokimyasal: Tannik Asit
Tanımı: Tannik asit gallik asit molekülleriyle glucosun polimeridir.Tannik asit kokusuzdur fakat buruk bir tadı vardır.Tannik asit açık sarı renkli bir tozdur.

Kaynakları: Tannik asit çay,ısırgan otu,böğürtlen de bulunur.Bazı böceklerden zarar gören bitkiler tarafından salgılanır.Bu böcekler bitkiye yerleşip yapraklarında yumurtladıktan sonra çıkan lavraları, saran bir salgı bitki tarafından salgılanır.

Tannik Asitin Etkisi: Tannik asit anti bakteriyal,anti enzimatik ve büzücü özellilere sahiptir.
Tannik asit mukoza üzerinde mesela dil ve ağızda büzücü aktiviteye sahiptir.
Tannik asit kabızlığa yol açtığından ishalin tedavisinde kullanılabilir.
Ayrıca anti oksidan ve anti mutajenik özelliğe sahiptir.
Fakat tannik asit uzun süre ve yüksek miktarlarda kullanılmamalıdır.Çünki demir emilimini azaltmaktadır.
Bioscience, Biotechnology, and Biochemistry (March 2004) tarafından yayınlanan,Afsana K tarafından yapılan bir araştırmada,fareler üzerinde yapılan bir deneyin sonucunda polifenol alımının normal seviyelerde demir emilimini etkilemediği ancak gıda takviyesi olarak yüksek dozlarda alımının demir seviyesini etkilediği kanıtlanmıştır.Yüksek dozlarda tannik asit alımı sindirim enzimlerini de negatif yönde etkileyebilir.
Harici olarak tannik asit ülserlerin,diş ağrısının ve yaraların tedavisinde kullanılır.


Su içmek zayıflatır mı?

Su içmek zayıflatır mı?
Sıvı ihtiyacını gidermek için ısrarla su tüketilmesinin tavsiye edilmesinin bir çok nedeni var. 
Birincisi, suyun diğer içeceklerden daha saf ve temiz bir besin olması. 
Suyun kalori içermemesi, yağ, kolesterol ihtiva etmemesi, kafein ve diğer katkıları bulundurmaması da bir başka neden olarak sayılabilir.
Sık sık su içmek metabolizmayı hızlandırır, kilo kontrolünü kolaylaştırır. Eğer kaliteli bir mineral su bulursanız böyle bir su vücudunuza ek kalsiyum ve magnezyum kazandırabilir.

Yeterli su içip içmediğinizi kolayca test edin

Yeterli su içtiğinizi anlamanın kolay yolu, tuvalete gittiğinizde idrarınızın rengini ve miktarını kontrol etmeniz. Az miktarda ve koyu renk bir idrar yapıyorsanız, bu yeterli sıvı almadığınızın işaretidir. Berrak ve bol miktarda bir idrar ise sıvı ihtiyacınızın olmadığını gösteriyor.
Eğer sık sık idrara çıkıyorsanız, bu durumun bir sağlık sorununa, örneğin şeker hastalığına işaret edebileceği aklınızda olsun.

Diş hekimi korkusu için çözümler

 Diş hekimi korkusu için çözümler

Bir çok kişinin diş hekime gitmesine mani olan olan diş hekimi korkusu, diş hekimliğinde kullanılan yeni uygulamalar ile tarihe karışacak!

Diş hekimi korkusunu yeni yöntemler ile yenilebilir.

Bir çok insan diş hekiminin koltuğuna oturmaktan dahi korkuyor. Kullanılan aletlerin sesini duyduğu an koltuktan kalkıp gitmek istiyor. Bu sebeple dişindeki çürüklerin acısını azaltmak için kendince yöntemler buluyor, görüntüsünden rahatsızlık duyduğu dişlerini güzelleştirmekten çekiniyor.

Sedasyon’ ve ‘Lazer Tedavi’ yöntemi ile acı hissedilmiyor, bu yöntemler uygulanarak diş hekimi korkusu yok edilebilir.

Yeni diş hekimliği uygulamaları olan ‘Sedasyon’ ve ‘Lazer Tedavi’ sayesinde artık diş hekimi korkusu tarihe karışabilecek.

Sedasyon yöntemi, genel bir anestezi olmamakla beraber, hastanın bilinci açık bir şekilde, her türlü konuşmaya cevap verebilecek durumdayken korkusuz ve endişesiz bir yöntemdir. Operasyonun hastane ya da ameliyathanede gerçekleştirilmesi gerekmiyor, diş hekiminin muayenesinde gerçekleştirilebiliyor. Hasta, hekimin isteklerine cevap verebilir durumda oluyor. 

Yöntem sırasında hasta monitörle izleniyor, nabzı ve tansiyonu takip ediliyor. Yöntem ile hasta diş işlemini, ağrıyı v.b. durumları hissetmiyor, korkmuyor. Yöntem hem çocuklarda hem de yetişkinliklerde uygulanabiliyor. Erişkinlerde uygulanan intavenöz (damariçi) yöntemi ile tek seansla birçok tedavi yapılabiliyor. Tedavi sonrası hasta rahatlıkla evine gidebiliyor. Fakat yine de hastanın yanında bir yakını ile gelmesi gerekiyor çünkü güç kaybettirecek hareketlerden, araba kullanmaktan kaçınması ve istirahat etmesi gerekiyor.”

Lazer Tedavi yöntemi ise anestezi gerektirmediği için çocuklarda diş tedavisi çok daha kolay uygulanabiliyor. Diş hekimi korkusu olan hastalar en çok lazerle uygulanan tedavi yöntemlerini tercih ediyor. Ağrısız, kanamasız ve anestezi gerektirmeyen diş lazeri, hem sert dokuda hem de yumuşak doku üzerinde rahatlıkla uygulanabiliyor. 

Lazer yöntemi, diş dolguları, dişlerin temizlenmesi, diş kökünde oluşan iltihapların kurutulması, kanal tedavisi, diş etindeki cerrahi operasyonlar, diş hassasiyetinin giderilmesi, estetik diş tedavileri, diş etinde uygulanan tedavi işlemleri, diş beyazlatma gibi birçok tedavi sürecinde kullanılıyor. Bu yöntemde hastaları korkutan anestezi yöntemi genel anlamda kullanılmıyor. Ancak kapsamlı cerrahi operasyonlarda kullanılıyor.

Lazer işlemi dişe ve diğer dokulara temas edilmeden uygulandığı için herhangi bir titreşim ve basınç hissedilmiyor. Doğal olarak beyine ulaşan ağrı iletimini kestiği için hasta tedavide ağrı hissetmiyor. Tedavi sürecinde yüzde 90 hiç kanama olmuyor ve işlem sonucunda lazerle daha steril bir çalışma yapıldığı için apse ya da şişme görülmüyor. Aynı şekilde diş dolgularında ve kaplamalarda uygulandığında diğer yöntemlere göre yapılan dolgu ve kaplamalar daha dayanıklı oluyor ve tedavi bitiminde hasta dişlerinde herhangi bir hassasiyet duymuyor. Diş hekimi korkusu yaşayan birçok hasta lazer tedavi yöntemini tercih edebilir.” 

Regl ağrıları için üzerlik otu

Regl ağrıları için üzerlik otu

Üzerlik otu, nazar otu olarak da bilinir. Kalp dostu Üzerlik otu aynı zamanda Regl ağrılarına iyi gelmektedir

Üzerlik otunun sağlığa faydaları:

* Üzerlik otunun Parkinson gibi sinir sistemi bozuklularının tedavisinde faydası bilimsel olarak kanıtlanmıştır. 
* Üzerlik otunun içeriğinde bulunan aktif bir bileşen olan harmalin, bir merkezi sinir sistemi uyaranıdır. Bu sebeple, Üzerlik otu depresyon tedavisinde kullanılır.
* Kalp hastalığı ve hipertansiyon tedavisinde en sık kullanılan şifalı bitkiler arasındadır.
* Diyabet (şeker hastalığı) tedavisinde olumlu etkiye sahiptir.
* Antioksidan, aneljezik (ağrı kesici), antihistaminik ve anti-enflamatuardır.
* Anti-bakteriyel etkinliğe sahip olduğu için bakteri, bağırsak parazitleri ve küfleri öldürmek için kullanılır.
Saman nezlesi, alerjik astım ve genel astım için üzerlik otu tohumu faydalıdır
* Bitkinin kökü kafadaki bitleri öldürmek için de uygulanmaktadır.
* Tohumlar tekrarlayan ateş tedavisinde ve tenyalardan kurtulmak için toz halinde kullanılır. Aynı zamanda deri ve deri altı kanserlerin tedavisinde kullanılır. Tümörlerin oluşumunu engellemeye yardımcıdır.
* Tohum özleri böcek ilacı olarak kullanılmaktadır.
* Yaprakları romatizma tedavisinde kullanılır.
* Kolik tedavisinde kullanılmaktadır.
* Anne sütünün hacmini arttırmaya yardımcıdır.
* Regl ağrılarına iyi gelmektedir.

Kullanırken dikkat!

50 mg/kg vücut ağırlığından fazla kullanılması durumunda toksik etkisi ortaya çıkabilmektedir. Kusma, titreme, şiddetli karın ağrısı, görsel halüsinasyonlar, duygusal bozukluklar, vücut ısısında azalma, kardiyo-vasküler bozukluklar, düşük kan basıncı toksik etkileri arasındadır.

Sağlıklı detoks programının özellikleri

Sağlıklı detoks programının özellikleri

Detoks, vücutta bulunan toksik maddelerin bazı organlar tarafından daha az toksik bir maddeye çevrilerek vücuttan atılma süreci olarak tanımlanabilir. Toksik maddeler hava ve su kirliliği gibi sebepler ile ortaya çıkabilen, sigara-alkol kullanımı sırasında vücutta ortaya çıkan kimyasal maddelerdir. 

Sağlıklı detoks için yeterli besin alımının ve enerji dengesinin sağlanmasının önemlidir. Bu nedenle düşük kalorili ve tekdüze olmayan sağlıklı bir detoks programı hazırlanıp uygulanmalıdır..

Sağlıklı detoks programı nasıl hazırlanır?

• Günde 5-6 defa idrara çıkacak kadar sıvı tüketin. İdrar renginiz açık soluk sarı renk hatta şeffaf renkte olmalıdır. Bunun için 2,5-3 lt. su için.

• Kepekli pirinç, bulgur, tam tahıllı ürünler ve kurubaklagiller dengeli miktarlarda sofranızda olsun.

• Tekli doymamış yağları tercih edin. Yemeklerinizde ve salatalarınızda fındık yağı, keten tohumu yağı, kanola yağı gibi alternatifler kullanın.

• Salatalarınız çeşitli ve bol olsun. Her tür mevsim sebzesini salatanızda kullanabilirsiniz. 

• Bitki çayı olarak; yağ yakıcı ve metabolizmayı hızlandırıcı özelliği olan yeşil çayı tercih edin. Diüretik ve detoks etkisi olan diğer bitki çayların tüketimine dikkat edin. Bitki çaylarının fazla tüketimi böbreklerinize aşırı yük bindirebilir. Günde en fazla 2 fincan yeşil çay yeterlidir.

• Ayrıca bağırsak hareketlerini hızlandırıcı etkisi olan sinameki içeren bitki ve form çaylarını tüketmeyin. Sindirim ve boşaltım sisteminiz zarar görebilir. 

• Kafein alımı detoks programlarında da önem taşır. Günde 2 fincan hazır kahve veya türk kahvesi tüketiminin metabolizmayı hızlandırıcı ve yağ yakıcı özelliği kanıtlanmıştır. Bu noktada aşırıya kaçmamak önemli. Aşırıya kaçıldığında vücutta toksin birikir ve vücutta su tutulumu artar.

• Probiyotik, yoğurt, kefir, ayran gibi süt ürünlerini tüketin. 

• Doğal C vitamini kaynağı olan meyveleri bol bol tüketin. 

• Soda (maden suyu) tüketimine dikkat edin. Sınırsızca soda içmek doğru değildir. Günde 2 şişe soda (maden suyu) yeterlidir. 

• Düzenli egzersiz detoks programının olmazsa olmazıdır. Her gün düzenli 30 dk. tempolu yürüyüş yapın. 

Yaz mevsiminde görülen kadın hastalıkları

Yaz mevsiminde görülen kadın hastalıkları

Yaz mevsiminde başta hamileler olmak üzere, tüm kadınlar hastalıklar ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu dönemde özellikle güneş, havuz ve denizin etkisi ile bazı hastalıklarda artış olmaktadır 

Bu hastalıkların başında vajina iltihabı gelmektedir. Vajinada kaşıntı, yanma, akıntı ile kendini gösteren rahatsızlık genellikle hijyene yeteri kadar önem verilmediğinde oluşur. Kadınlar yaz döneminde jinekologlara bu sorun için daha fazla başvururlar. Vajinada meydana gelen enfeksiyon genellikle parazit yada bakterilerden, mantarlardan dolayı oluşur.
Yazın sıcaklıkların artmasından dolayı serinlemek amacı ila havuz ve denizden kaynaklanan vajinal enfeksiyonlar daha fazla olmaktadır. Bunun sebebi kadınların ıslak mayo ile durması, hijyene dikkat etmemesi gibi etkenlerdir. 

Bu nedenle serinlemek için havuza giriliyorsa, klorlanmış ve temiz olanlar tercih edilmelidir. Kalabalık olanlardan ve su sirkülasyonu olmayan havuzlara girilmemelidir.

Yaz döneminde hamile kadınlarda oluşan hastalıklar
Gebelik dönemi kadınlarda fizyolojik değişimlerin olduğu bir süreçtir. Kadınlar bu dönemde çevre koşullarına karşı daha duyarlı bir hale gelir. Özellikle vücut ısıları arttığından, ilk dönemlerde daha bariz olmak üzere halsizlik, terleme gibi belirtiler görülür. 

Bu süreçte yaz aylarında olunduğunda, etkiler daha baskın şekilde hissedilir. Hem kilo alınması, hem de vücutta meydana gelen değişimler yüzünden yazın daha zor zamanlar geçirirler. Nefes darlığı, sıcağa karşı tahammülsüzlük, efor kapasitesinde azalma gibi etkiler oluşur. Sıvı alımı düzene sokulmazsa, tansiyon düşüklüğü, idrar yolu sorunları, kabızlık ve amniyos sıvısında azalma meydana gelebilir.
Bu süreçte kadınlar temiz ve bakımlı havuzlara girebilir. Ancak havuz temizliğinde kullanılmış olan kimyasallar cilt yoluyla emileceğinden, uzun süre havuzda kalınmamalı ve çıktıktan sonra duş alınmalıdır. 

Bunun yanında ıslak mayo ile durulmamalıdır. Bu genital bölgede florada olan mantarların enfeksiyona neden olmasına ve akıntı meydana gelmesine sebep olur. Kaşıntıyla birlikte görülen akıntı her kadında görülse bile, gebelerde daha fazla olur. Bu dönemde kadınların denizde yalnız yüzmemesi gerekir. Magnezyum ihtiyacında artış olduğundan bacaklarda kramplar meydana gelebilir. Günün fazla sıcak olmayan zamanları tercih edilerek yüzülmelidir.
Vücuttaki değişime paralel olarak ışığa olan duyarlılıkta artış meydana gelir. Sıcağın etkisiyle cilt renginde koyulaşma, benlerin oluşumu etkili olur. Yüz bölgesinde çillenme ve gebelik maskesi denen lekeler görülmeye başlar. Bu yüzden güneş ışığından koruyucu olan kremler kullanılmalıdır.
Yaz ayları geldiğinde dışarıda yenilen gıdalardan kaynaklanan gıda zehirlenmeleri de artış gösterir. Bu etki her kadını etkilese de, gebeler bundan daha fazla etkilenir. Bulantı, ishal ve kusma gibi yakınmalar geliştiğinde mutlaka doktora gidilmelidir.

Kadınlar yaz aylarında oluşan hastalıklardan korunmak için nelere dikkat etmelidir?
*Deniz ve havuza girdikten sonra ıslak mayoyla durmamaya dikkat etmeleri gerekir. Bu kadınlarda enfeksiyon oluşumunu arttıran bir etkendir. Vajinal rahatsızlıklardan korunmak için, bu önlem oldukça önemlidir. Mantar enfeksiyonları ve bakteriyel enfeksiyonlar bu nedenle gelişebilir.
*Kalabalık olan zamanlarda, havuzda su sirkülasyonu olmadığında ve suyun hijyeninden emin olunmadığında havuza girilmemelidir. Temizlik konusu deniz içinde geçerlidir. Temiz olmayan denizler yüzmek için tercih edilmemelidir.
*Duş yaparken PH değeri nötral olan duş jelleri ve sabunlar tercih edilmelidir.
*İç çamaşırları seçiminde pamuklu olanlar tercih edilmeli ve her gün değiştirmeye özen gösterilmelidir. Sentetik olan iç çamaşırlarından kaçınılmalıdır.
*Vücudu sıkan dar pantolonlar giyilmemelidir. Giysilerde açık renkli olanlardan ve pamuklu olanlardan seçilmelidir. Bunlar güneş ışığının etkilerini azaltabilir.
* Her gün havuz ya da denize girilmeden önce ve çıkınca duş alınması gerekir. Bu sayede vücudun enfeksiyonlardan korunmasına yardımcı olunabilir. Enfeksiyonlu olan bir kişi havuza ya da denize girenlere bunu rahatlıkla bulaştırabilir. Bu nedenle duş alma konusunda hassas davranılmalıdır.

* Tampon kullanımına dikkat edilmelidir. Tamponu doktorlarda adet döneminde önermektedir. Ancak bunların en fazla 3 saat içinde değiştirilmesi gerekir. Uzun süre tutulması ciddi hastalıklara neden olabilir. Eğer tamponla denize ya da havuza girilirse, çıktıktan sonra mutlaka değiştirilmelidir.
* Yararlı bakterilerin yok olmaması için vajina içini yıkamaktan kaçınılmalı ve vajinal duş ürünleri olan deodorant, pudra, parfüm kullanılmamalıdır. Bunlar yılın her döneminde dikkat edilecek unsurlardır.
* Sürekli olarak günlük ped kullanımı havasız bir ortam yaratacağından kullanılmamalıdır.
* Vajinadan gelen kötü kokulu akıntı, yanma ve kaşıntı gibi şikâyetler olması halinde, mutlaka doktora danışılmalıdır. Bunların sebebi belirlenip tedavi edilmezse, daha ciddi sorunlara neden olabilir.
Kadınlar yaz ayları geldiğinde, uymaları gereken bu şartları yerine getirirlerse yaz aylarında maruz kalacakları rahatsızlıklardan etkilenmezler. Bu dönemde özellikle gebe olan kadınların denize ve havuza girmesi gerginliklerinin azaltılması ve vücutlarının rahatlatılması için son derece önemlidir. 

Hamilelikte alınan kilolar yüzünden oluşan sırt ve bel ağrıları için özellikle tavsiye edilir. Kadınlar tarafından, eğer şartlar yerine getirilir, hijyen kurallarına uyulursa yazın oluşan hastalıkların önüne geçilebilir.

Aşırı Terlemeye çözüm: Botoks

Aşırı Terlemeye çözüm: Botoks

Aşırı terleme hayatınızı olumsuz yönde etkiliyorsa botoks tedavisi ile bu sorundan kurtulabilirsiniz.
Aşırı terleme sorunu, yaz mevsiminde daha çok kendini gösteriyor, Kişinin iş , okul ve sosyal yaşamını olumsuz etkiliyor. yaşam kalitesini bozuyor.
Terleme vücut ısısını ayarlama fonksiyonu bakımından önemli , toplumun % 3’ünde aşırı terleme görülüyor, aşırı terleme herhangi bir sistemik hastalığa bağlı olmadan ortaya çıkabiliyor.

Genellikle avuç içlerinde, koltuk altlarında ve ayak tabanlarında bölgesel olarak görülen aşırı terleme botoks ile tedavi edilebilir. 

Aşırı terleme ve botoks ile tedavi

* Terleme sempatik sinir sisteminin kontrolü altında vücut ısısını ayarlayan bir fonksiyondur. Vücut ısısı arttığında cilt yüzeyinde bulunan terin buharlaşması yolu ile ısı kaybı gerçekleşmektedir. Terleme ile vücut ısısının yükselmesi önlenir. Terleme fizyolojik olarak önemlidir ancak aşırı terleme olduğunda ise buna ‘hiperhidroz’ adı verilmektedir.

* Aşırı terleme avuç içleri, koltuk altlarında ve ayak tabanı bölgesel olarak görülmektedir.
* Aşırı terleme stres ve heyecan ile tetiklenir. Hastalar genellikle uykudayken değil, sadece uyanık oldukları zamanlarda  bu sıkıntıyı yaşamaktadır.
* Avuç içi ve ayak tabanında terleme çocukluk çağından itibaren başlarken, koltuk altlarında ergenlikle beraber görülüyor. Hastaların yaklaşık % 60 - % 80’inde ailede aşırı terleme öyküsü vardır.

* Aşırı terlemeyi normal terlemeden ayırt etmek için: Giysilerin koltukaltlarında geniş bir kısımda tere bağlı ıslak görünüm, giyeceklerin renk ve yapısının ter nedeni ile lekelenmesi ve bozulması ile koku hastayı rahatsız eder. Aşırı terleme kişilerin yaşam kalitesini bozar. iş , okul ve sosyal yaşamını  olumsuz etkileyebilir, Kişi bu nedenle çeşitli sosyal ve sportif aktivitelerden kaçınabilir.

Aşırı terleme sorununa karşı deri içine küçük dozlarda botoks (Botulinum toxin A) enjeksiyonu uygulanır. Botoks sinir lifleri tarafından ter bezlerinin uyarılmasını geçici olarak bloke eder ve ter üretimini önler.

* Botoks her bir koltuk altında 15-20 noktaya ince bir iğne ile ilaç deriye 15-20 derecelik açı ile uygulanır. Etkisi 4-12 ay kadar sürer. Tekrar eden uygulamalarda etki süresi uzar.

* Botoks tedavisinin en etkili olduğu bölge koltukaltlarıdır. Uygulamanın en rahat yapıldığı bölge de koltukaltıdır ve lokal anesteziye gerek kalmadan kısa sürede işlem tamamlanır. Gömleklerinin kol altları ıslanan, ipek, deri gibi terle bozulan giysileri kullanamayan hastaların koltukaltına botoks uygulanması tedavisine olumlu yanıt verir.

* Koltuk altına botoks uygulandığında ter üretimi sıfırlanmaz. Ancak normalin üstünde, aşırı olan terleme hasta için sosyal olarak kabul edilebilir, normal terleme düzeyine yakın bir duruma getirilir.

* Botoksla tedavi genel olarak güvenli bir yöntemdir. Yan etki görülme olasılığı çok düşüktür. Ortaya çıkabilecek yan etkiler de genellikle hastada ciddi rahatsızlık yaratmayan geçici durumlardır.

* Botoks işleminden sonra deodorant, parfüm kullanmanın sakıncası yoktur.

Aşırı terlemeye karşı etkili tedavi yöntemleri

Aşırı Terleme için Bitkisel Çözümler

Aşırı terleme için doğal çözümler - Dr Elif Kaya

 





Yaz ishalleri

Yaz ishalleri
 
Sulu veya gevşek ve sık sık tuvalete çıkma ihtiyacı olarak tanımlanabilen ishal yaz mevsiminde sıkça görülmesinin başlıca sebebi özellikle sıcak günlerde bazı virüslerin üremek için daha iyi bir ortam oluşmasıdır. Yolculuklar, yaz meyvelerinin içerikleri, çok daha çok tüketilmeye başlanan dondurmaların korunma şekilleri de diğer önemli nedenlerdir.
 
Öncelikle yaşam konforunu bozması, şiddeti ve sıklığı artınca su ve tuz kaybına yol açması, bitkinlik, halsizlik, çarpıntı, giderek baygınlık hissi, bilinç bulanıklığı ve önlem alınmadığı takdirde bayılma, bilinç kapanması ve komaya kadar uzanan sorunlara sebep olması ishalin önemsenmesini gerektirmektedir.
 

İshalde yediklerimiz ve içtiklerimiz bağırsaktan çok hızlı bir şekilde, suyu çekilmeden geçer. Bazen ateş, karın ağrıları, kramplar, bulantı, hatta kusma da görülebilir. 

Bu gibi durumlarda dışkının incelenmesi, bakteri ve parazit-parazit yumurtası, iltihap hücrelerinin olup olmadığına bakılması, varsa antibiyotik kullanılması gerekebilir. 



ATEŞ VE KRAMPLARA DİKKAT

Uzun süren, şiddetli sıvı kaybına neden olan, ateş yapan ve en önemlisi kanlı dışkının görüldüğü ishal, ciddiye alınmalı ve mutlaka hemen bir doktora başvurulmalıdır. İshal normalde tehlike oluşturmadığı halde, bu belirtilerle birlikte meydana geldiğinde daha ciddi bir 
sağlık sorununa işaret ediyor olabilir.

İshal için şifalı bitkiler

İshal tedavisi için bitkisel çözümler

ishal için nar çiçeği kürü - Ömer Coşkun

Bağırsak düzenleyici çay

Limon yağı strese karşı rahatlatıcı

Rahatlamak için limon yağı

Limonun bildiğimiz yararları dışında stres azaltıcı yararları var. Uzun bir gün sonunda rahatlamak ve  yorgunluğunuzu atmak için limon yağı spreyi kullanabilirsiniz. 

Bir limonu soğuk pres zeytinyağı ile karıştırmak suretiyle kendi esansiyel limon yağınızı da elde edebilirsiniz. Ev yapımı limon yağının tam tarifi şöyle:


Evde Limon Yağı nasıl yapabilirsiniz?

Limon, stres azaltıcı harika bir turunçgil. Kendi limon yağınızı, stres azaltma konusunda etkili yağlar içeren limon kabuğu kullanarak hazırlayabilirsiniz. Bu esansiyel limon yağının birkaç damlasını suyun içine ekleyin ve ağzı spreyli bir şişeye doldurarak rahatlamak istediğinizde püskürtün.

Malzemeler:

1 adet limon
Sızma zeytinyağı

Hazırlanışı: Limonun kabuklarını bir kaseye rendeleyin. Küçük bir cam bardağın yarısını rendelediğiniz limon kabukları ile doldurun. Bardağın geri kalanını ise zeytinyağı ile doldurun.

Şişeyi pencere kenarına ya da bol güneş alan bir başka yere koyun. Birkaç gün boyunca orada bekletin ancak günde birkaç kez şişeyi mutlaka çalkalayın.
Limon yağını hava geçirmez bir kaba koyun ve oda sıcaklığında saklayın.

Limon Yağının Faydaları 

* Banyo sırasında küvet suyuna 2 – 3 damla katılan limon yağı vücudunuz kan dolaşımını hızlandırarak daha zinde olmanızı sağlar.

* Limon yağı saçlara uygulandığında saçlara canlılık ve parlaklık vererek sağlıklı görünmesini sağlar.

* Limon yağını tüm cildinize masaj için kullandığınızda cildin nefes almasını ve ferahlamasını sağlar.

* Limon yağı siğil tedavisinde de etkilidir. Siğil oluşan bölgeye sürüldüğünde hızlı bir şekilde geçmesine yardımcı olur.

* Limon yağı sivilceleri önlemekte de başarılı bir aroma terapidir. Cilde ovarak sürüldüğünde ciltte tıkanık gözenekleri açarak cildin yağ dengesini korur.
 * Limon yağı tonik görevi de görür. Temizlediğiniz cildinize uyguladığınızda cildi canlandırır.

* Limon yağının ayaklara da çok faydalıdır. Topuklarda oluşan çatlaklara limon yağı sürüldüğünde yumuşamasını kolaylaştırır.
* Limon yağı yağlı ciltlerde çok etkilidir. Cildin fazla sebum salgılamasını önler.

* Limon yağı cildinizde darbeden ya da kendiliğinden oluşan şişliklerin  giderilmesinde etkilidir. Günde 2 kez uygulanan limon yağı şişliğin verdiği acıyı da alarak giderir.

* Sigaradan, çay ve kahveden oluşan diş lekelerine ovularak sürüldüğünde dişlerin zamanla lekelerden arınmasına yardımcı olur.

* Vücudunuzun selülitli bölgelerine limon yağından uyguladığınızda selülitli bölgede oluşan toksinlerin vücuttan atılmasını sağlar. Ovularak cilde uygulanan limon yağı zamanla selülitlerin yok olmasında etkilidir.

* Antiseptik özelliği bulunduğundan cildi mikroplardan koruyarak sivilce oluşumunu önler.
* Hem ellerinizin yumuşamasını hem de tırnaklarınızın sertleşmesini istiyorsanız limon yağı aradığınız bakım ürünüdür.
 
Blogger tarafından desteklenmektedir.